Kaderi Başka - Bölüm 6: Kaza
Üç göz açıp kapatma süresine eşit bir zaman diliminde Şirin'in dediği lafı düşünen Yankı, gözlerini masaya indirdi ve ufacık bir umut kırıntısı barındırmayan bir ses tonuyla konuşmaya başladı: "Şirin, şu zamana kadar sana geçmişimle alakalı, annemle babamın ölümüyle alakalı hiçbir şey anlatmadım, neden biliyor musun? Ben... Onları, yani akrabalarımı, bunca zaman ailem olarak bildim ve hâlâ öyle görüyorum. Her ne kadar kalbim bana yalan söylediklerine inansa da aklım bu kadar ileri gidemezler diyor. Ama..."
Yankı gözlerini kaldırıp Şirin'e çevirdi ve konuşmanın başından bu yana kızın suratından bir dakika bile silmediği o kendinden çok emin olan ifadeyi gördü. Şirin masaya doğru eğilip "Bu konuda bana güvenmen bu kadar uzun sürdüğü için çok üzgünüm Atilla ama konumuz şu anda senin bana güvenip güvenmemen değil. Ofiste incelediğim dava dosyalarını da sayarsak çok fazla olaya şahit oldum diyebiliriz. Bu yüzden aklına inanmak yerine kalbine güvensen iyi edersin. 'Ama ya gittilerse, ya o kadar ileri gittilerse?' diye kendi içine sor, o zaten cevabı çok iyi biliyor olacak." dedi.
Yankı gözlerini ona dikmişken bakışlarını tekrar masaya çevirdi ve kalbinin sesini dinlemeye koyuldu. O sırada siparişleri yetiştirmek için masalar arasında insan üstü bir çabayla tabak getirip götüren garson, onların yanına gelip bir şeyler isteyip istemediklerini sordu ancak Şirin'in vakti kısıtlı olduğundan garson kıza biraz sonra kalkacaklarını söyledi.
Masalarının yanından ayrılan garsona göz ucuyla bakan Yankı bakışlarını Şirin'e çevirdi. "Sordum ve 'O zaman onlara güvenemem.' cevabını verdi." dedi, sesindeki hayal kırıklığı net bir şekilde duyuluyordu.
Şirin hemen telefonuna sarıldı ve hızla bir numara tuşlamaya koyuldu. Bunu yaparken Yankı ile konuşmayı da ihmal etmedi. "Az önce de dediğim gibi, avukatlıkta her türlü olayı gördüğün için bir süre sonra şaşırmayı bırakıyorsun ama ne yalan söyleyeyim o gün sana fark ettirmesem de hafızanın kaybolduğunu ve ailenin öldüğünü söylediğinde gerçekten çok şaşırmıştım... Neyse, bana borcu olan bir hacker arkadaşım vardı. En iyisi ondan bu şehirde oturan Bahar SONBAHAR adına sahip olan ve onunla ilişkisi olabilecek kişileri araştırmasını söyleyeyim. Annenle baban ölmüş olabilir ama en azından diğer aile üyelerine ulaşalım."
Yankı, Şirin'e bakıp gülümsedi. "Sana çok minnettarım Şirin."
Telefonu kulağına götürmüş ve arkadaşının açmasını bekleyen Şirin, cevap verdi. "Lafı bile olmaz Atilla."
Telefon konuşması bittikten sonra Yankı ile kısa bir müddet sohbet eden Şirin, saatine bakıp suratını ekşitti, ardından Yankı'ya döndü ve gülümsedi. "Artık kalkalım mı?"
Yankı, Şirin'in neden yüzünü ekşittiğini anlamak için kendi saatine baktı ve gözlerini kocaman açtı. "O-olur tabi, kalkalım," dedi ve birden ayağa kalktı. "Yarın benim okulum, senin de işin var... Fakülteden çıkınca sizin ofise uğrarım."
Şirin, Yankı'dan bir yaş büyüktü ve mezun olunca abisinin yanında işe girmişti. Yankı ile de küçükken tanışmıştı. Aslında onun Atilla olarak bildiği Yankı, mahallelerine ilk taşındıkları sıralarda çok durgun ve her yeri yara bere içinde olan bir çocuktu. Birkaç sene sonra bu çocuk Şirin'e biraz olsun güvenmiş ve ona kendisini biraz olsun açmış, onunla arkadaş olmuştu. Şimdi de okuldan arta kalan vakitlerde yarı zamanlı çalıştığı yere gitmeden önce onların ofise uğramayı alışkanlık haline getirmişti.
Sabah olduğunda güneş ufuktan henüz yükselmişken, Mevsim soluğu hızla bakıcısının odasında aldı. "Günaydın Işık teyze. Ben yine aynı rüyayı gördüm," dedi üzgün bir sesle. "Yankı'nın yüzünü göstereceğine dair söz vermiştin, bakabilir miyim?"
Işık hanım yanındaki komodinin içinde duran fotoğraf albümünü eline aldı. "Bu fotoğraflara yeniden bakmak bana acı verse de tamam, bakalım." dedi ve sayfaları çevirmeye başladı. Bütün anılar gözlerinin önünden bir kez daha geçerken, üzgün yüzü her fotoğrafla birlikte biraz daha soldu. Yankı'nın bebeklik fotoğraflarını eliyle severken, gözleri iyice dolmuştu.
Mevsim, fotoğraflara bakarken hayal kırıklığına uğramış gibi, "Teyze bu bebekliği... Biraz daha büyük hali yok mu?" dedi ve karşısındaki kadına hafifçe gülümsedi.
Albümü incelerken hava iyice aydınlanmıştı ve balkondan gelen güneş ışığı Işık hanımla birlikte fotoğrafları da aydınlatıyordu artık. Mevsim'in bu manzaraya bakarken hayran olmaması elinde değildi.
Işık hanım oğlunun büyüdüğü ve onu son gördüğü günden bir gün önce çekilen fotoğrafın olduğu sayfaya geldi. Narin parmaklarıyla o fotoğrafı da sevdi ve ardından elini çekip Mevsim'e fotoğrafın tamamını gösterdi.
Yankı bu fotoğrafta beyaz bir tişört giymişti ve ona sıkıca sarılan annesinin kucağında oturuyordu. Fotoğrafı çeken kişi artık her kimse, ona bakmış ve o kişiye dil çıkarmıştı. Çok tatlı bir yüzü vardı ve saçları alnına dökülmüştü. Fotoğraftaki Işık hanım da aynı oranda oğlu gibi güzel bir yüze sahipti ve gençti. Bugünün aksine yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı.
Fotoğrafa büyük bir heyecanla bakan Mevsim "Ta-tam da rüyamda gördüğüm çocuk gibi gözüküyor." dedi ve Işık hanıma baktı. Aniden yüzü düşen Mevsim, "N'oldu Işık anne?" dedi çünkü kadıncağız oğlunun yokluğunda sessizliğe gömülen evin kasvetini, fotoğraflarının içinde bulunduğu albümün kapağını hızla çarparak yok etmek istemişti adeta.
Dudaklarına umut dolu bir gülümseme yerleştiren kadın, "Hiçbir şey, çok mutlu oldum. Yani benim Yankı'm bunca zaman bize mesaj mı göndermeye çalışıyordu?" dedi kendi kendine. Başkası böyle bir manzaraya şahit olsa bu kadın delirmiş herhalde diye düşünürdü ama Mevsim böyle düşünmedi. Bakıcısının kısık sesli konuşmasına "Öyle görünüyor." diye cevap verdi ve aynı umut dolu gülümsemeyle ona karşılık verdi.
Işık Hanım, balkona geçip artık gözyaşlarını daha fazla tutmanın bir anlamı olmadığını düşündü ve sessiz sessiz ağlarken gözünün önünde canlanan geçmişini, henüz yanına gelmiş olan Mevsim'e anlatmaya başladı.
"Yankı bebekken her şey çok güzeldi... İkimiz de mutluyduk. Ta ki o güne kadar... O gün Volkan amcan ile telefonda kavga etmiştik. Yankı'yı erkenden yatırdığım için kim bilir kaçıncı rüyasında olduğundan gürültümü duymamıştı. Henüz ikimizin de siniri geçmemişken ve aramızda uzlaşmaya varılamamışken telefonu yüzüne kapatıp yavrumun yanına uzandım, Yankı'nın yanağını okşarken uyuyakalmışım. Volkan ise bu süre zarfında kendi evini ve yaşadığımız şehri terk etmeye karar vermiş. Kız kardeşinin dolduruşuna geldiği için böyle bir karar verdiğini düşünüyorum da, neyse... Tahmin edeceğin üzere yanına Yankı'yı almak için arabasını benim evime doğru sürmüş. Onun gelişinden bu yana çok zaman geçmemişken, avcumun altından bir şeyin kayıp gittiğini hissettim ve bu hissin akabinde bir dakika içinde uyandım. Annelik içgüdülerim kuvvetliymiş ki tam da hissettiğim gibi Yankı odada değildi. Telaşla evden dışarı fırladım, hava aydınlanmıştı ve ısınmaya başlamıştı fakat gördüğüm manzara karşısında resmen buz kestim. Volkan, Yankı'yı arabanın ön koltuğuna oturtmuş, onunla gitmeye hazırlanıyordu. Oğlum, babasına 'Baba nereye gidiyoruz? Annem nerede?' diye sordu. Volkan ise bu masumane soru karşısında hafifçe kaşlarını çatıp ellerini arabanın açık olan camına koydu. Oğluma doğru eğilerek 'Annen biraz sinirli, ona gözükmememiz lazım. Bu yüzden biraz gezeceğiz.' dedi ve sürücü koltuğuna doğru yöneldi. Oğlumu benden uzaklaştırmak için 8 yaşındaki bir çocuğa gezmek gibi bir bahane sunmuştu. O an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Birbirimize ne kadar sinirli olsak da oğlumu götürmesine izin veremezdim. Volkan sürücü koltuğunun kapısını kapatmadan koşup yetiştim ve kapıyı var gücümle tuttum. Böylece arabadan inmek zorunda kaldı. Hemen diğer yana koşup oğlumun kapısını açtım ve onu arabadan çıkarıp içeri götürmek için elini tuttum. O sırada Volkan da gelip Yankı'nın öteki elinden tuttu. Bebeğim ne olduğunu anlamamış halde bir bana bir babasına bakıyordu. Çocuğumun elini onu koruma içgüdüsü ile babasından ayırdım ve oğlumu arkama sakladım. Aslında bu didişmemizde artık Volkan'a da kızamıyorum biliyor musun, sonuçta Yankı ilk ve tek çocuğumuz olduğu için ikimiz de yanımızda kalmasını istiyorduk... Nasıl oldu bilmiyorum ama bir şekilde Volkan, Yankı'yı arkamdan almayı başardı ve onu arabaya bindirip canımdan bir parçayı benden ayırmayı başardı. Bu savaşı Volkan kazanmıştı ama benim de pes etmeye niyetim yoktu... Araba evden uzaklaşırken peşlerinden koştum ancak yolun yarısında nefesim kesildiği için olduğum yerde kaldırıma çökmek zorunda kaldım. Onlar gittikten sonra ne kadar ağladım bilmiyorum fakat bir süre sonra kulaklarım uğuldamaya ve gözlerimin önü kararmaya başladı. Nihayetinde de etraf kapkaranlık oldu. Sonrasında gözlerimi salonda açtım. Beni annem bulmuş. Böyle işte... Ama en çok canımı yakan şey ne biliyor musun? Volkan, Yankı'yı o gün benden kopardı. Oğlumu benden uzaklaştırmak için arabayı öyle hızlı sürmüş ki, ARABA UÇURUMDAN YUVARLANIP yan yatmış... Volkan orada can vermiş, ölen öldü giden gitti, ona 'Neden beni cezalandırmak için çocuğumuzu kullanmak istedin?' diye hesap soramam artık ama şu da bir gerçek ki ben oğlumu onun yüzünden kaybettim. Bu benim canımı yakıyor... Hem de nasıl yakmak hayal bile edemezsin..."
Işık hanımın kalp ağrısı ve gözyaşları Mevsim'e de sirayet etmişti. Şimdi, bir bakıcı ve bir komşu kızı, bu sıcak sabahta balkonda oturmuş, Yankı için akıttıkları boncuk gibi gözyaşlarıyla yapayalnız kalmışlardı.
Başka bir lokasyonda sıcacık yatağında mışıl mışıl uyuyan Yankı, rüyasında yanında uyuyan ve tek eli yanağında olan ama yüzünü net göremediği annesine bakıyordu. Sonra görüntü birden değişti; şimdi, küçük boyuyla başını yukarı kaldırmış, ne olduğunu anlamamış bir şekilde, bir kadına bir de adama bakıyordu. Kadın adama isimiyle hitap ediyordu ve adama korkusuzca parmağını doğrultuyordu. Sonra, kadın kendisini büyük bir eve sokmaya çalışırken, adam kadının kolunu tutup aynı şekilde parmağını ona doğrultuyordu. Ardından kadına ismiyle hitap ediyordu. Ancak Yankı, bu iki ismi duymak şöyle dursun, yalnızca uğultular işitiyordu. Uğultu öylesine yoğundu ki başı deli gibi dönmeye başladı. Tam kavga eden ikiliyi zar zor görmeye başlamışken, babası olduğunu bilmediği adam, onu kadının elinden kurtarıp zorla arabaya sürüklüyordu. Kadının arkalarından "YANKI" diye bağırmasıyla da rüya sona eriyordu.
Duyduğu ismin etkisiyle kabus görmüşçesine irkilen Yankı, yatağından sıçrayarak doğruldu. Uyurken bir sağa bir sola döndüğü için siyah saçları karışmış ve tutamlar aynı küçüklüğündeki gibi alnına dökülmüştü. Gözleriyle odayı taradı ve başındaki uğultuyu susturmak için ellerini kulaklarına bastırdı. Ses kaybolmak yerine daha da artınca bir daha açılmasınlar diye mühürlermiş gibi göz kapaklarını sıkıca yumdu. "Bu neydi şimdi? Her zamankinden farklı bir rüyaydı." diye içinden geçirdi.
Yorumlar
Yorum Gönder